İş adamlığı, Sanayiciliğive Politikacılığıyla Örnek Bir YURTSEVER: NURİ DEMİRAĞ

(Yaşar Öztürk - Bütün Dünya)

 

1923 yılında daha Cumhuriyet ilan edilmeden Mustafa Kemal, İzmit’te gazetecilerle görüşürken onlara "Kasabalarda, kentlerde iş adamları vardır. Fakat köylü sınıfı temeldir. Yalnız bunun çıkarı sağlanırsa bu iş adamlarının çıkarı zedelenir mi? Hayır, buna olanak yoktur. Çünkü bir kere bu iş adamları halk için gereklidir. Bunlar birbirinden ayrılmazlar. Birbirlerine gerekmektedir. Tersine iş adamlarını desteklemek, ileriye doğru yönlendirmek gerekir. Ve bu başlı başına dikkate alınacak bir hedeftir. Bundan dolayı halkçılık açısından düşünüldüğü zaman bunların da hakkının verilmesi gerekir. Kasabalarda orta tüccarlar vardır. Fakat bu orta tüccarlar bile yine köylü ve halk için gerekli olan bir sınıftır. Bunları da yok edemeyiz, zarar veremeyiz. Tersine onları da korumak ve daha çok zengin yapmak zorundayız. Ülkemizin genel çıkarları da bunu buyurmaktadır. Bu orta tüccarların üstünde ne var? Büyük tüccarlar... Büyük sermaye sahipleri... Sorarım beyler, ülkemizde büyük sermaye sahibi, çok servet sahibi kaç kişi vardır ve bunların kaç parası vardır. Bana Türkiye’de kaç tane milyoner gösterebilirsiniz? Ve en zengin adamımızın kaç parası vardır. Elli bin lira, yüz bin lira... Sermaye nedir?

 

Kapitalist olarak ortaya koyacağımız ve üzerlerine hücum edeceğimiz bunlar mıdır? Hayır beyler, bu ülke ve bu ülkenin insanları daha çok zengin olmaya zorunludur ve bu hakkıdır. Bunun için onların servetlerine göz dikmeyeceğiz ve orta tüccarları da onların düzeyine çıkaracağız ve hep beraber daha çok zengin olacağız. İsteriz ki beyler, ülkemizde çok ve çok milyonerler, milyarderler olsun! O zengin insanlar başlı başına bu ülkede bankalar, şimendiferler, fabrikalar, şirketler vb. sanayiyi kursunlar! Bizi yabancının sermayesine muhtaç bırakmasınlar. Dolayısıyla onlara düşman olmak değil onları daha çok zengin etmek bu ülkenin gerçek çıkarları gereğindendir. O halde beyler onlar halktır, onlar da bu topluluğun içindedir.”

 

Balıkesir’de de “Bu ulusun siyasi partilerden çok canı yanmıştır. (...) Diğer ülkelerde partiler ekonomik amaçlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. (...) Bu nedenle biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Tersine ülkemizde birçok milyonerin hatta milyarderin yetişmesine çalışacağız” açıklamasını yaptı. Namuslu, çalışkan ve zengin insanların çoğalmasını isteyen Mustafa Kemal’in bu düşünü gerçekleştirecek insanlardan biriydi Nuri Demirağ.

 

1886 yılında bir Anadolu kasabasında doğdu. Üç yaşında babasını yitirdi. Beş yaşında okula başladı. Okurken çalışma yaşamına da atıldı. Okuduğu okulda yardımcı öğretmenlik yaptı. Okulu bitirdiğinde 17 yaşında bir delikanlı olarak Ziraat Bankası’na memur oldu. Halk açlıktan kırılırken depolarda çürümeye yüz tutan tahılı sattı. Bu onun ilk başarıyı elde edişi ve ilk soruşturmaya uğrayışına neden oldu. Buğdayı çürütse, halk da açlıktan ölse soruşturmaya uğramazdı. Bunu göze aldı. Soruşturmadan aklandı. Maliye Bakanlığı’nın sınavını kazandı. İstanbul’a yola çıkacağında kent, o güne dek görülmemiş bir kalabalık eşliğinde ağlayarak onu uğurladı. İstanbul’a geldiğinde yine ulusunun çıkarları doğrultusunda çalışmayı sürdürdü. Taksim Kışlası ve Talimhane’nin Fransızlar’a verilmesini engelledi. Hasköy Mal Müdürlüğü’ne getirildi. Maliye Mekteb-i Âlisi’nde gece derslerine katılarak yüksek öğrenimini yaptı. İşgalcilere gösterilen ayrıcalığa dayanamıyordu. “Ulusal onuru ve şerefi üç buçuk ayak takımının ayakları altında çiğnenen bir hükümete memurluk edemem” dedi ve istifa etti.

 

Bütün servetini ticari alanda değerlendirmeye karar verdi. O yıllarda yabancıların tekelinde olan sigara kağıdı işine girdi. İlk Türk sigara kağıdını üretti. Büyük bir cesaret isteyen girişimdi. Bununla yetinmedi, ürettiği ürüne “Türk Zaferi” adını verdi. İşyerine “satış peşin, fiyat kesin, pazarlık yok” levhasını astı. Daha sonraki yıllarda da iş yerlerine benzeri levhalar asmayı gelenek edindi. Müdafaa-i Hukuk içinde yer aldı. Anadolu’ya yardım gönderdi. Dışalım ve satım işlerine başladı. 40 yaşına bastığı gün yazdırdığı bağış belgesinde “Var olan ve yaşamımın sonuna kadar çalışmamdan elde edilecek olan kişisel servetimden aile ve evlatlarımın orta halde geçimlerine yetecek ve yavrularımın yüksek öğrenim masraflarını sağlayacak tutar çıkarıldıktan sonra yaşarken yapmaya başarılı olamayacağım yararlı kuruluşlar meydana getirmek ve sürdürmek koşuluyla kişisel servetimi bağışladım” dedi.

 

Cumhuriyet’in ilanından sonra bir Fransız şirketi, üstlendiği demiryolu yapımı işinden çekildi. Nuri Demirağ demiryolu girişiminin yarım kalmasına çok üzüldü. İçine sindiremedi. Demiryolu adım adım ilerlerken geri kalmış bölgelerde ekonomik geçim kaynaklarının yaratılması projesini yaşama geçirdi. Kadınları ve köylüleri el sanatlarını geliştirmeye yönlendirdi.

 

Nuri Demirağ işlerini uzaktan kumanda ile yürüten biri değildi. İyi ve kötü günlerinde işçilerinin yanında oldu. Özellikle işlerin zorlaştığı tünel, engebeli arazi çalışmalarında işçilerle birlikte omuz omuza çalıştı. Samsun-Erzurum, Fevzipaşa-Diyarbakır, Afyon-Dinar, Sivas-Erzurum, demiryolu ağı ile kentler birbirine bağlandı. Bu çalışmalar ile değil, devlete kazandırdığı para ve güç ile övündü. Atatürk bu hizmetlerinden dolayı Mühürdarzade olarak tanınan iki kardeşe Demirağ soyadını verdi. Hastalık, Hatay, iç isyanlar, gerici muhalefet ile boğuşan Atatürk ile Nuri Demirağ’ın arasını açmaya çalışanlar vardı. Özellikle Enver Paşa’nın kardeşi başta olmak üzere, yönetim karşıtları ile olan dostluğunu kullanmak isteyenler oldu. Ancak Nuri Demirağ kapısı herkese açık olan biriydi.

Geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan yazar Memet Fuat’ın annesi Piraye ile evlenen Nâzım Hikmet cezaevinden çıktıktan sonra kiralık ev aradı. O günleri yazan Hasan İzzettin Dinamo Nâzım Hikmet’in ağzından şöyle aktarıyor:

 

“Yaşama koşullarımız çok dardı. Ayrıca evlerinde oturduğumuz mülk sahipleri de bizi patlayacak bir bomba gibi gördüğünden sık sık kapı dışarı edilmek tehlikesiyle karşılaşıyorduk. Bir gün kendimize göre alçakgönüllüce bir ev ararken gazetede bir ilan gördük. Bu Anadolu’yu demir ağlarla örmeye çalışan çok zengin müteahhitlerden Nuri Demirağ’ın apartmanında bir çekme katın ilanıydı. Gündüzün matbaada pek çok düzeltme işim olduğundan ancak akşama doğru başımda ünlü yağlı kasketim, üstümde kirlice iş elbisemle Nuri Demirağ’ın yazıhanesine uğradım... Demirağ bir yandan kılık kıyafetime bir yandan da düzgün konuşmama, aydın kişilere özgü yüz çizgilerime bakıyor, tereddütler geçiriyordu. Nereden usuna geldiyse birdenbire adımı sordu ‘Nâzım Hikmet’ dedim. Sen misin bunu söyleyen? Koca Demirağ birdenbire yerinden fırlayarak üstüme atıldı. ‘Vay sen ha? Nâzım Hikmet ha? Neden deminden beri söylemezsin de beni tereddütler içinde bırakırsın? Baksana şu raflara eksiksiz bütün kitapların orda. Ben senin Türkiye’de en iyi okuyucularından, beğenenlerinden biriyim’ diyerek durmadan elimi sıkıyor, sıcak bir dostlukla sallıyordu. ‘İstediğin ev olsun, Nâzım’cığım. O daireyi bu andan başlayarak sana ayırıyorum.

Para pul istemem. Verirsen darılırım. İsteğince otur? Sıcak su da vardır’ dedi.”

 

Yıllar sonra yersiz yuvasız kalan Neyzen Tevfik’e de sahip çıktı. Alkol en çok kızdığı ve karşı çıktığı alışkanlıkların başında geliyordu. Buna karşın Neyzen’e para gönderiyordu. Neyzen son yıllarını onun verdiği evde geçirdi ve orada öldü. Filozof Rıza ve Neyzen Tevfik’i sık sık evinde konuk edip yemek yer, görüş alışverişinde bulunurdu.

 

Atatürk’ün düşlediklerini yaşama geçiren biriydi Nuri Demirağ. Demiryolu yanında Atatürk’ün “Gelecek Göklerdedir” diyerek işaret ettiği yolda önemli adımlar attı. O yıllarda hava gücünü artırmak için illerde paralar toplanıyor, alınıp orduya armağan edilen uçaklara o ilin adı veriliyordu. Zengin iş adamlarından da para isteniyordu. Vehbi Koç 5 bin Lira verirken Abdurrahman Demirağ üç uçak parası 120 bin lira verdi. Nuri Demirağ ise “Siz ne diyorsunuz? Benden ulus için bir şey istiyorsanız en mükemmelini istemelisiniz. Madem ki bir ulus uçaksız yaşayamaz. Öyleyse bu yaşama aracını başkalarının bağışından beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya adayım” diyerek kollarını sıvadı. Bu ünlü bir deyişin gerçekleşmesiydi. Bir insana her gün balık tutup vereceğine ona balık tutmayı öğretmek demekti.

Yurt dışında incelemelere başladı. Düşüncesini şöyle anlatıyor:

 

"Avrupa’dan Amerika’dan lisanslar alıp uçak yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise büyük bir sır, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Bununla birlikte kopyacılık sürdürülürse modası geçmiş şeylerle boş yere zaman geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem uçaklarına karşılık yepyeni bir Türk tipi yaratılmalıdır.”

 

Nuri Demirağ, her işte temelin eğitim olduğuna inanıyordu. Uçuş okulu kurdu. Erdal ve Ömer İnönü bu kurslara katılanlar arasındaydı. İyi bir mühendis olan yardımcısı Selahattin Alan üretilen uçaklardan birini deneme uçuşu için, Eskişehir İnönü Havaalanı’na, uçuş ve alan deneyimi az olmasına karşın bizzat götürmek istedi. Eskişehir’de uçak, alana hayvanların girmemesi için kazılan çukura düştü ve pilot da yaşamını yitirdi. Bu fırsatçılar için beklenen an oldu.  

Bağımsız denetçilerin verdiği olumlu raporlara karşın Türk Hava Kurumu sipariş ettiği 65 uçağı almaktan vazgeçti. İş yargıya yansıdı ancak siyasi baskıların etkisiyle mahkeme olumsuz karar verdi. Nuri Demirağ amacını şöyle dile getiriyordu:

 

"Ben burada uçağın bir ölüm beşiği olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum. Uçak bugün gördüğünüz ulaşım araçlarının en cana yakınıdır. Burada 16.000 uçuş yapıldı. Ve bugüne kadar bir kimsenin bile burnu kanamadı. 16.000 değil 16 milyon uçuş bile olsa kimsenin burnu kanamayacaktır. Burada egemen olan 6 ilkeye bağlı kalındıkça hiç kimsenin uçaktan bir zarar görmeyeceğine inanmış bulunuyorum. Bütün isteğim Türk gençliğinin kanatlanmasını görmektir. Bu yolda bütün kişisel servetimi adamış bulunuyorum. Gerekirse sırtımdaki gömleği bile bu amaç uğruna satmaya hazırım.”

 

THK, Fransa’dan kullanımdan kaldırılan Henrio uçaklarını satın aldı. Gelen uçaklar kısa bir süre sonra hurdaya atıldı. Nuri Demirağ, 10 milyonluk zararı sineye çekti. Çok geçmeden üzerinde fabrika ve uçuş etüt merkezi olan Yeşilköy’deki arazisi yok fiyata kamulaştırıldı.

 

İsmet İnönü’ye birer yıl arayla iki mektup yazdı. Yanıt alamadığı mektuplarda şunları sıraladı:

“İşçilerim ve fabrika personeli işsiz kalmıştır. Tam ve yetkin bir iş alanı bulamamışlardır. Bu kurum ülke savunması için yararlı bulunuyorsa derhal sipariş verilerek yaşatılmasının sağlanması isteğini mareşal hazretlerine çekilen telgrafa şimdiye kadar cevap alınmamıştır. Bu uğurda şimdiye kadar harcanan birbuçuk milyon ile –hoş karakterim buna uygun değil ya– örneğin 15-20 han, apartman yaptırır, yılda 150-200 bin lira gelir alarak, istediğim yerde gezip tozardım. Kısacası Türk’e atasından miras ve dünyaya örnek olmuş atçılığın bugünkü biçimi havacılıktır. (...) Bir yıldan beri süren (İkinci Dünya) savaşlarının hiçbirinde süngü süngüye savaşıldığı duyulmamıştır. Vatanın savunması için düşmanların silahlarından daha üstün daha bol araçla ve Türk dehâsının ürünü olan yeni yeni buluşlarımızla gerektiğinde dünyaya karşı koymaktan asla çekinmeyen kahraman Türk askerleri donatmak, devleti yönetenlere ve başında bulunanlara aittir. Atalarımız birkaç yüz yıl önce kaleler, hisarlar ve surlar içinde ve dışında savaşlar kazandılar, ülkeler ele geçirdiler diye biz de geçmişe mi geri dönelim? Yerimizde mi sayalım? Düşmanlarımızı alt etmek için onları en modern ve yeni icat silahlarımızla karşılamalıyız.”

 

Benzer bir durum aynı yıllarda İngiltere’de yaşanıyordu. İlerlemiş yaşında emeklilik günlerini yaşamaya çalışan Churchill, İngiltere parlamentosuna, kamuoyuna ve hükümete uyarılar yaparak Naziler’in hızlandırdığı uçak yapımına dikkat çekerek ülkesini savaşa karşı uyanık olmasını ve hava gücünü artırmasını istiyordu.

 

İlk Türk uçağı yanında ilk Türk yapımı paraşüt üretimini de gerçekleştiren Nuri Demirağ yılmadı, yeni projelere yöneldi. Divriği’de başlayacak kentleşme, köy-kent projeleri geliştirdi. Ülkenin yer altı kaynaklarının, madenlerin, petrolün kullanımı için planlar hazırladı. Maden ve sanayi kentleri tasarılarını yaptı. Bu yapılar içinde spor tesisi, havaalanı, yunak, kooperatif, okul, revir gibi çağdaş kent planlamasında yer alan her türlü tesis vardı.

 

1931 yılında Asya’yı Avrupa ile birleştirmeyi düşündü. 4 yıl süren bir etüt çalışması sonucu Amerika’nın en büyük çelik fabrikası ile de görüşerek bugün bile sahip olmadığımız, içinden demiryolunun da geçeceği bir köprü yapmak istedi. Salih Bozok bu projeyi Atatürk’e götürdü. Atatürk bu projeyi çok beğendi ve hükümete gönderdi. Ankara’da Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya “Olmaz bu iş” diyerek kesip attı. “Kentin güzelliğini bozar” diye projesi geri çevrildi. Nuri Demirağ görüşmeden ayrılırken “Bu iş olacaktır. İstanbul buna muhtaçtır. Ben yapamazsam evladıma bırakırım” dedi. 1934 yılında bu kez Çimento işine el attı. Yabancıların elinde olan çimento üretim ve satışında büyük bir vurgun vardı. Oturup çalışmalar yaptı. 33 liraya satılan çimentoyu 13 liraya satmaya söz verdi. Ancak çimento fabrikasını yapmasına izin verilmedi. Keban Barajı’nı gündeme getirdiğinde onun o gün için değil 50 yıl sonrasını düşünerek planlar yapan ileri görüşü anlaşılamamıştı. Yönetenlerin, bürokrat ve aristokratların engelleriyle her türlü atılımı durdurulan Nuri Demirağ bir ilki daha gerçekleştirdi. Çok partili yaşamın kapılarını açtı. İnancı şuydu:

 

"Ekonomik ve sanayi alanında kalkınmamış uluslar, siyasi bütünlüklerini de sağlayamazlar.”

Bu nedenle partisinin adını Milli Kalkınma Partisi koydu. Nuri Demirağ’ın düşüncelerine aldırış etmeyenler onun parti toplantılarında konuklarını kuzu kestirerek ağırlamasından yola çıkarak “Kuzu Partisi” adı vererek küçümsedi. 38 maddelik parti tüzüğü bugün bile önemini koruyor. İşte tüzükten seçmeler:

 

“Çeşitli görüşlere bürünerek soysuz bir ruh hali taşıyanlar, sözü ile işi arasında çelişki bulunanlar, ilkelerimize aykırı ve ülkenin zararına yabancılar çıkarına hizmet edenler, halk arasında kötü ad ve ünle tanınanlar, memurluk görevlerini kötüye kullananlar, benzer durumda olup katılmak ve yol göstermek yoluyla çıkar sağlamak zannı altında bulunanlar partiye alınmazlar. (...) Öğrencilerin yetenekleri göz önünde bulundurularak her gencin eğitimine yeteneklerine göre yön verilecektir. Eğitimde uzmanlık ortaokuldan sonra başlayacak ve lise kısmına ilişkin gerekli bilgiler meslek dersleriyle birlikte okutulacaktır. (...) Meslek okulları açılacaktır. Öğretmen kitlesine hak ettikleri en yüksek yer sağlanacak, aynı zamanda öğretmen kitlesi maddi refah bakımından geçim derdi düşüncelerinden kurtarılacaktır. Devlet örgütü taklitler üzerine kurulmayıp gerçek gereksinimlere göre kurulacak, adama göre iş değil, işe göre adam ilkesi izlenerek devlet genel kadrosu ıslah edilecektir. Bürokrasi kaldırılarak halkın işi çabuk görülecek, işleri geciktiren ve karıştıranlar yetkin değilse sınıf ve rütbesi indirilecek ya da işine son verilecektir. Kasıtlı, bilerek yapılmışsa şiddetle cezalandırılacaktır. (...) Paramıza değer kazandırmak yoluyla bolluk ve ucuzluk sağlamaya çalışacağız.”

 

Ekonomik alandaki atılımları engellenen Nuri Demirağ siyasal yaşamda da dürüstlüğü ve ilkelerinden ödün vermezliği ile esen rüzgarlara karşı durdu. Radyo kurmak istedi. İlk özel radyoyu kurmasına izin verilmedi. Basında sesini duyuramayınca 100.000 gazete basacak bir tesis kurmak istedi. Bu da engellendi. 1954 yılı seçimlerinde DP listesinden meclise girdi.

 

Ancak gelişmeleri beğenmeyince parti içinde ve TBMM’de en ağır eleştirileri ilk o başlattı. Uzun engelli bir koşu gibi geçen yaşam savaşımında yorgun düştü. 1957 yılında bayrağı yarının gençlerine uzatarak aramızdan ayrıldı.

 

Birçok değerli insan ölümlerinden onlarca yıl sonra keşfedildi. Evrenin değişmez kuralıdır bu:

 

“Hiçbir şey karşılıksız kalmaz.”

 

Kaynaklar: Ziya Şakir’in“Nuri Demirağ Kimdir?” adlı kitabı ve Çiğdem Ayhan’ın üniversite bitirme tezi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


©2007 Nuri Demirag.com